Nous Academy Journal
https://nousacademyjournal.org/index.php/pub
<p>e-ISSN: 3023-4417</p> <p> </p> <p><em>Nous Academy Journal</em> <strong>15 Nisan</strong> ve <strong>15 Ekim</strong> olmak üzere yılda iki defa yayımlanan uluslararası hakemli bir dergidir.</p> <p>Derginin hedefi araştırmaya dayanan ve yeni bakış açıları geliştirmeye hizmet eden nitelikli akademik makaleleri araştırmacılara ve ilgili konulara merak duyan okurlara ulaştırmaktır.</p> <p><em>Nous Academy Journal</em> sosyal bilimler çalışmaları metodunu göz önünde bulundurarak özellikle <strong><u>Felsefe, Siyaset ve Din</u></strong> alanlarında yayın yapmayı amaçlamaktadır. Bu alanda yazılan araştırma makaleleri, kitap değerlendirmeleri, araştırma notları ve teknik notlar dergide yayımlanacaktır. Yayın dili Türkçe ve İngilizce’dir. </p> <p>Gönderilen makalelerin her biri editör kontrolünden sonra konunun uzmanı olan iki hakem tarafından değerlendirilecektir. Yayın kurulu hakem raporlarına istinaden makale hakkında karar verecektir.</p> <p><em>Nous Academy Journal</em> yazarlardan herhangi bir <strong>ücret talep etmemektedir.</strong></p>Emrah KAYAtr-TRNous Academy Journal3023-4417Nietzsche’nin “Tanrı Öldü” Sözünün Daha Ötesi Ne Olabilir? ABD, İsrail ve Teolojik Politika
https://nousacademyjournal.org/index.php/pub/article/view/24
<p>Makale bir zihniyet tutarsızlığını ve politikadaki tezahürlerinin arkaplanını analiz etmeye çalışacaktır. Tanrı inancının ve dinin politik amaçlar için, Tanrı kavramının temsil ettiği değerler aleyhine kullanılıyor olması tutarsızlığını ve çarpıklığını ortaya koymaya çalışacaktır. Batı yaşam felsefesinde sembolik ve pragmatik bir değer olarak varlığı konumlandırılan din ve Tanrı inancının, hem teoride hem de pratikteki durumunu en iyi tespit eden söz, Nietzsche’nin “Tanrı öldü” sözüdür. Böyle olduğu halde özellikle ABD’de, içinde Tanrı inancının ve bir takım dini referansların geçtiği ve dünyanın geri kalanını yakından ilgilendiren politik söylemler ve sergilenen politikalar esas olarak sahte, araçsal, çıkar amacı taşıyan ve başka bir amaca hizmet eden söylemler halini almaktadır. Aksi halde, özellikle Gazze’de ve genel olarak Ortadoğu, Afrika ve üçüncü dünya ülkelerindeki ABD politikalarının sonuçlarına bakıldığında, sadece İslam dünyasının değil, son birkaç yıldır bütün dünyanın vicdanını karşısına alan politik tutum ve ortaya çıkan insanlık dramı nasıl açıklanabilir? Üç motivasyon ancak buna imkan verebilir: 1) Ya katışıksız bir natüralist dünya görüşünü benimsemiş olmalısınız ki, burada insanın insana vahşice davranması tabiatın reel bir kuralı olarak görülür. 2) Ya Tanrı’nın böyle istediğini iddia etmelisiniz ki, “Tanrı böyle istiyor” fikrinden daha güçlü bir motivasyon olamaz. Oysa Tanrı kavramının bizzat kendisi bu fikirle tutarlılık arzetmez. 3) Ya da esasen natüralist dünya görüşü kabul edildiği halde, hiçbir ilke tanımadan politik amaçlar için elverişli olan hangi araçlar, kurumlar, inançlar varsa bunları bu dünya görüşü doğrultusunda kullanıyor olmalısınız. Makale son iki zihniyet için teolojinin nasıl araçsallaştırılabildiğini ele almaya çalışacaktır.</p>Latif Tokat
Telif Hakkı (c) 2025 Latif Tokat
https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0
2025-04-152025-04-15412110.5281/zenodo.15210013Ne Kadar Çok Teoloji, O Kadar İyi Felsefe: Emmanuel Falque’un Fenomenolojik Yöntemi
https://nousacademyjournal.org/index.php/pub/article/view/21
<p>Bu makale, Emmanuel Falque’un teoloji ve felsefe arasındaki ilişkiye dair geliştirdiği fenomenolojik yaklaşımı incelemektedir. Falque, bu iki disiplinin kesin sınırlarla ayrılması gerektiği fikrine karşı çıkarak, onların karşılıklı etkileşim yoluyla dönüşebileceğini savunur. “Rubicon’u geçmek” metaforu aracılığıyla, filozofun teolojik alana adım atmasını ve teoloğun da felsefi düşünceyle derinleşmesini önerir. Bu bağlamda, insanın sonluluğu ve bedenleşmiş varoluşu gibi fenomenolojik deneyimler, teoloji ile felsefe arasındaki diyaloğun temelini oluşturan ortak bir zemini sağlar. Falque, bu iki disiplin arasındaki sınırın büyük ölçüde keyfi olduğunu ve fenomenlere her iki perspektiften yaklaşmanın kavrayışı derinleştirdiğini ileri sürer. Teolojik doktrinler ve kutsal metinler, fenomenolojik analizler için zengin bir çerçeve sunarken, fenomenolojik yöntemler de teolojik temaların varoluşsal derinliklerini açığa çıkarmada işlevseldir. Falque’un “orantılılık ilkesi”—<em>“ne kadar çok teoloji yaparsak, o kadar iyi felsefe yaparız.”</em>—bu yaklaşımı özetler ve teolojik düşüncenin felsefi derinliği artırabileceğini öne sürer. Ancak, bu birlikteliğin anlamlı olabilmesi için her iki disiplinin kendi metodolojik hassasiyetlerini koruması gerekmektedir.</p> <p>Falque, bu iki disiplin arasındaki sınırın büyük ölçüde keyfi olduğunu ve fenomenlere her iki perspektiften yaklaşmanın kavrayışı derinleştirdiğini ileri sürer. Teolojik doktrinler ve kutsal metinler, fenomenolojik analizler için zengin bir çerçeve sunarken, fenomenolojik yöntemler de teolojik temaların varoluşsal derinliklerini açığa çıkarmada işlevseldir. Falque’un “orantılılık ilkesi”—<em>“ne kadar çok teoloji yaparsak, o kadar iyi felsefe yaparız.”</em>—bu yaklaşımı özetler ve teolojik düşüncenin felsefi derinliği artırabileceğini öne sürer. Ancak, bu birlikteliğin anlamlı olabilmesi için her iki disiplinin kendi metodolojik hassasiyetlerini koruması gerekmektedir.</p>Şeyma Demirtaş
Telif Hakkı (c) 2025 Şeyma Demirtaş
https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0
2025-04-152025-04-154223510.5281/zenodo.15210083İklim Değişikliği ve Güvenlik: Bir Tehdit Analizi
https://nousacademyjournal.org/index.php/pub/article/view/22
<p>Tarihsel süreç içerisinde bölgesel ve küresel tehditlerin niteliğinin değişmesi ve savaşların yapılma biçimlerindeki dönüşümler, güvenlik algısının da zamanla evrim geçirmesine neden olmuştur. Bu değişimle birlikte güvenliğin kapsamı, yapısı, aktörleri ve odak noktaları da farklılaşmıştır. Özellikle Sanayi Devrimi sonrasında çevresel tahribatın artmasıyla birlikte, çevre kaynaklı sorunlar belirgin bir şekilde çoğalmış ve 1960-1970'lerden itibaren çevre sorunları doğrudan güvenlik kavramıyla ilişkilendirilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda, çalışmada çevre sorunları içerisinde en öne çıkan iklim değişikliği ile güvenlik arasındaki çok yönlü ilişki derinlemesine incelenmiş ve iklim değişikliğinin tetiklediği çeşitli güvenlik tehditleri detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Nihayetinde ise bu tehditlere karşı alınması gereken muhtemel önlem ve tedbirler sunulmuştur. Güvenliğin ulusal, yakın çevre ve küresel olmak üzere üç boyutta ele alındığı ve Kopenhag Okulu'nun güvenlikleştirme teorisiyle güvenliğin olumsuz bir kavram olarak da ele alınabileceği ifade edilmektedir. Güvenlikleştirme, normalde güvenlik konusu olmayan bir durumun tehdit olarak sunulmasıdır. İklim değişikliği, diğer çevre sorunları arasında küresel ölçekte en büyük güvenlik tehdidi olarak kabul edilmektedir, zira insan hayatını ve yaşam standartlarını en çok etkileyen çevresel problemdir. İklim değişikliği, sıcaklık ve hava modellerindeki uzun vadeli değişimleri ifade etmekte, Sanayi Devrimi sonrası fosil yakıt kullanımının artmasıyla sera gazı düzeylerinin yükselmesi sonucu küresel ısınmaya neden olmaktadır. Artan dünya nüfusu, üretim faaliyetleri, orman tahribatı ve çeşitli emisyonlar bu süreci hızlandırmaktadır. İklim değişikliğinin kuraklık, çölleşme, seller, fırtınalar, salgın hastalıklar, deniz seviyesi yükselmesi, gıda güvenliği, biyoçeşitliliğin azalması ve su kaynaklarının kirlenmesi gibi pek çok olumsuz sonucu bulunmaktadır. Sonuç olarak, iklim değişikliği kaynaklı güvenlik tehditlerinin gelecekte etkisini artıracağı ve ulusal ve uluslararası düzeyde daha radikal önlemlerin alınmasının kaçınılmaz olacağı öngörülmektedir.</p>Mehmet Hanifi Kaya
Telif Hakkı (c) 2025 Mehmet Hanifi Kaya
https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0
2025-04-152025-04-154365310.5281/zenodo.15210133Veli Görüşlerine Göre Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi
https://nousacademyjournal.org/index.php/pub/article/view/23
<p>2014 yılından itibaren uygulanmaya başlanan Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi, hafızlık eğitimine yeni bir boyut kazandırmıştır. Uzun ve meşakkatli bir eğitim olan hafızlık eğitimi, örgün eğitim kapsamında gündüzlü olduğunda ebeveynlerin sürecin içerisinde aktif olmasını gerektirmektedir. Bu çalışma, bu projede hafızlık eğitimi yapmanın veli görüşlerine göre öğrenci ve aile üzerindeki etkilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada; nitel araştırma desenlerinden durum çalışması uygulanmıştır. Bu çerçevede, Sakarya ve Düzce illerinde Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi kapsamında hafızlık eğitimi görmüş-gören öğrencilerin ebeveynleri (34) ile görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Veriler betimsel analiz ile çözümlenmiştir. Çalışmada; velilerin gözünden projede eğitim görmenin hem aile hem öğrenci üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Öğrenciler açısından sürecin yoğunluğu nedeniyle sosyal açıdan sınırlanma, akademik eğitimin ikinci planda kalması ve ders durumuna endeksli psikolojik tutumlarda değişiklikler olması gibi olumsuz etkiler, buna karşılık manevi hassasiyetin artması ve diğer aile bireylerine örneklik teşkil etmesi gibi olumlu etkiler ön plana çıkarılmıştır. Aile bireyleri açısından ise Kur’an ile daha fazla hemhal olmanın ortaya çıkardığı manevi iklime karşılık çocuklarının ev ödevlerine destek olma yükümlülüklerinden dolayı aile bireylerinin sosyal yaşantılarının olumsuz etkilenmesi zikredilen etkiler arasındadır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen velilerin, çocuklarının hafızlık eğitimini destekledikleri ve çocuklarının hafızlık eğitimine devam etmesini arzu ettikleri ise not edilmelidir.</p>Abdüssamet CingözAbdurrahman Hendek
Telif Hakkı (c) 2025 Abdüssamet Cingöz, Abdurrahman Hendek
https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0
2025-04-152025-04-154547410.5281/zenodo.15210180 Uluslararası Sistem Değişikliği ve İsrail-Gazze Savaşı
https://nousacademyjournal.org/index.php/pub/article/view/25
<p>Uluslararası sistemler güç dengelerine göre devletlerinin iç ve dış politikalarını belirledikleri yapısal etkenler olarak tanımlanabilir. Sistemsel yapılar ise kendi çerisinde her bir parçanın görevini ifa etmesi ile vücut bulur. Dolayısıyla, sistemsel değişikliğinden bahsedebilmek için yeni bir güç dengesinin yerleşik hala gelmesi ve aktörler tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta güç dengesinin değişimidir. Bu makale, güç kavramını sert ve yumuşak güç ana ekseninde ele almaktadır. Güç kavramının kavramsal sınırlılıklarının farkında olmakla birlikte sert güç açısından Amerika ve Çin arasında güç kıyasının Çin lehine değiştiği veya açığı neredeyse kapatmak üzere olduğu bilinmektedir. Bu makalenin temel iddiası ise, İsrail-Gazze Savaşıyla beraber Batı’nın yumuşak gücünün de azaldığı veya üstünlüğünün sona erdiğidir.</p>Rahman Dağ
Telif Hakkı (c) 2025 Rahman Dağ
https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0
2025-04-152025-04-154758710.5281/zenodo.15210377